28.05.2009

'Kafiye Olsun' Diye Değil..


Annem ve babam çalıştıkları için her sabah doğası gereği erken kalkmak zorundalar; işe gitmek mecburen. Ben kreş dönemimdeyim. Akşam geri alınmak koşuluyla sabah bırakılıyorum göçebe hayatıma; erken kalkmak mecburen. Kendimize daha önce hiçbir sözü, radyodan duyulan o sözler kadar yakıştırmamıştım.

7-8 yaşlarındayım. Her kanalda aşk şarkıları çalıyor, mutlu hikayeler, özlemler, ihtiraslar, çılgın, itiraflı sözler... Yanlış anlaşılmasın, aşkla aşık attığım yok; yalnız o dönemde böyle bir güruh yer edinmiş kafama. Derken yıllar önce radyoda duyduğum o sesler şimdi karşımda tınlıyor, televizyonda. Bu sefer mazeretleri var, asabiler. Suç sebep arıyorlar. Hepsinin suratı bir karış asık. Hoşuma gidiyor bu halleri. Melodiyi unutmamaya, sözlerini ve yüzlerini ezberlemeye çalışıyorum, diğer karşılaşmamızda onları nasıl göreceğimi merak ediyorum.

MFÖ ile tanışmam bu şekilde oldu benim. O gün televizyonda bıraktığım gibiler hala. Yıllardır kendilerine bu denli saygı duyduğum, müziklerini içtenlikle sevdiğim grubu geçenlerde İstanbul Üniversitesi Avcılar Yerleşkesi’nde canlı dinleme fırsatı yakaladım.

Çimlere uzanmış sahneye çıkmalarını bekliyorum. Sahnenin yan tarafındayım, yanımda arkadaşlarım var. Daha önce hiçbir konserde bu kadar kalabalık görmemiştim sahne alanını. Uğultuların arasından alkış sesleri kopuyor. Üç geçimsiz adam ben yirmi iki yaşındayken karşıma çıkıyor bu sefer. “Ele Güne Karşı” ile yapıyorlar açılışı. Herkeste bir “Asena” havası seziliyor, ben de durmuyorum yerimde. Sonra “Mecburen” diyorlar, gözlerim parlıyor. “Ali Desidero”da herkes “ınının” demek için son ses ayakta. “Sakın Gelme!” diyor üçü birden, bana yıllar önce birini hatırlatıyor, gülüp geçiyorum. “Deniz masmavidir ne güzel, ama insanlar görmez bazen” diyor Fuat. Hep yalnızlık yavrum, yalnızlık ömür boyu, diyor Mazhar diğer taraftan, mikrofonu eline alarak. Aslında fazla konuşmuyorlar sahnede. Şarkılara geçişlerde seyirciyle küçük diyaloglar kuruyor Mazhar; fakat sesi bizim tarafa çok gelmediği için pek anlaşılmıyor ne dediği. Sahneye oldukça ters alanda kalsak da bizi ve bizim taraftaki dinleyicilerini ihmal etmiyorlar. Akıl sır erdiremiyorum onların geçimsiz olduklarına.

Ama en çok Özkan’ın Sude ve Olduramadım’daki performansını mutlulukla izledim. Dansı, bas gitarı, ritmi, temposu, şarkıyı seslendirişiyle tam anlamıyla beni kendimden geçirmeyi başardı. Benim için vazgeçilmez bir unsur sahnedeki müzisyenlerin yaptıkları işten kendilerinin de keyif alması ve bunu dinleyiciye yansıtması. Sahneye çıkıp onlara eşlik edesim gelse de bulunduğum yerde çok eğlendim. Daha sonra Mazhar aldı mikrofonu eline tekrar; özleye özleye kavuştuk birbirimize, görünen o ki gözyaşlarımız bitmemiş hala... Söz Fuat’dayken vurgun yediğimizi anladık, uykularımızı boşa böldüğümüzü. Bir ara piskopata bağlamadık değil; tüm seyirci hep bir ağızdan eşlik etti.

Sayamadığım birçok şarkıdan sonra vedalaşmak üzere sahneden ayrılmak üzerelerdi ki, seyircinin coşkusuyla üç güzel şarkıyla daha bise çıktılar. Güllerin İçinden, Bu Sabah Yağmur Var İstanbul’da ve tekrar Ele Güne Karşı. Beklentilerimin çok daha üstünde geçmiş bir konser ile yıllarından ödün vermeyen bir MFÖ, Avcılar'daki son senemde benim için en güzel hediyeyi verdikleri için teşekkürü borç bilirim kendilerine. Harbiye'de olası bir konseri sabırsızlıkla beklemekteyiz...

20.05.2009

"Ben Anlamam Toptan Tüfekten..."


On birinci Sezen Aksu konserimdi bu benim. 4 yıla yayılan bir zamanda... Ankara'da ise Sezen'i 5. izleyişimdi. Daha önceki konserlerde seyircinin durumunu bildiğimden çok fazla bir beklentiyle gitmedim konsere. Ankara seyircisi alkışlamayı bile bir lütuf bilir genelde, coşkudan eser yoktur, protokolun o iç sıkıcı durumu yansımıştır sanki salona. Bu durum ilk gittiğim konserde göz önündeydi, daha sonra bir alışveriş merkezi açılışında izledim, sonra bir açıkhavada (ki açık ara unutulması gereken bir konser oldu o, bir ara Sezen şarkıyı kesip kavgayı ayırmaya çalışıyordu...). Biri TOBB Üniversitesi şenliğiydi(en güzeli). İki tanesi ise bu Cuma izlediğim salondaydı.
Beklentisiz gittim ama, beklentilerle gitseydim de böyle bir şeyler beklerdim herhalde. Seyirci Sezen'in arka planda kalmış şarkılarına eşlik edecek kadar iyiydi. Coşkuluydu.
Orkestra aslında salonu önceden ısıttı ve sonra Sezen geldi sahneye. "Memleketime çoktan bahar gelmiştir..." diye başladı. Son albümü Deniz Yıldızı'ndan Kutlama isimli şarkısıyla. "Seninle baharı kutlamaya geliyorum..." diye bitirdi şarkıyı.
Sonra bu ülkede değeri bir türlü bilinememiş Düğün ve Cenaze albümünden Hıdrellez'i söyledi. "Ey benim şans yıldızım gülümse bana..." diyerek. Şehrazat demiş ki Sezen'e, "arkadaşım, git o boruları evinde üfle, sinir var bende..." Fakat Sezen seviyor bu albümü, bir şarkı daha söylüyor o yüzden, Kasım Yağmurları. "Çalmıyor artık kapımı tanıdık yüzler, kırlangıçlar gitti bitmiyor güzler..."
Azıcık hareketlendirmek lazım, fakat önce bir açıklama yapıyor. "Bu şarkıyla, sıradaki şarkının hiçbir alakası yok. Ne yapıyım yani, bir şarkı gelince içime aman bu benim tarzım değil diyip çöpe mi atıyım..." Aşktan N'aber çalıyor sonra, hep bir ağızdan söylüyor bütün salon.
Artık kısa bir hit'ler duru yapma zamanı. Gidiyorum'un melodisi girince gecenin giriş melodisiyle alkış alan ilk şarkısı oluyor. Son kısımda Sezen bağırırken "bütün aşklar yüreğimde..." diyeceğine, "kokun hala..." diye başlıyor nakarata ve sonra kalıyor öyle. Bir açıklama yapma ihtiyacı hissediyor şarkıdan sonra. "Şarkıyı yazdığım döneme gittim, her hafta Londra'ya taşınmaya karar veriyordum, Onno da her hafta beni sonuna kadar bırakmaya karar veriyordu ama olmuyordu tabii. Citroen gibi popomu aşağı indiriveriyordum hemen, trafik polisi şarkıları hep o dönem çıktı, git git git, geri dön geri dön, ben gidiyorum..."
Yine Onno'ya yazdığını beyan ettiği bir şarkıya giriyor sonra, (ki bu şarkıyı Samet çok sever...) Unut. Unut da bitince sıra Sarışın'a geliyor. Salonu hareketlendirip vokalisti Nurcan Eren'i çağırıyor yanına.
"Nurcan'ın söyleyeceği şarkı" diyor, "Ümit Yaşar Oğuzcan'ın çok sevdiğim bir şiiri, ki benim de çok sevdiğim bir şarkım, Namus. Babam der ki, insan en çok kendisinde olmayandan bahsedermiş, Türkiye'nin gündemi o kadar müsait ki ama. Nurcan azıcık Namus'tan bahset bize, bir lafı dolansın aramızda ya..."
Nurcan hakkıyla söylüyor Namus'u, "utançtan yüzüme bakmadı namus..." diye. Yeni albümün habercisi şarkılar Nurcan'dan sonra başlıyor, oldukça değişmiş bir giriş müziğiyle geliyor Sezen, Uslanmadım'a başlıyor. Çok güzel olmuş yeni haliyle, Aykut Gürel'in elinden çıkma düzenlemeyle. Sonra İzmir Yanıyor'un giriş melodisi duyuluyor salonda. Sezen diyor ki, "bu şarkıyı bilen var mı?" Tatmin edebilecek düzeyde bir alkış geliyor, Sezen şaşırıyor. "Ferhat bu şarkı için beni çok cırmaladı, diyorum bu hit olabilecek bir şarkı değil niye taktın o kadar. Ferhat Göçer köprünün ta öte yakasından arıyor, 'Sezen hanım iki şarkı yapmışsınız almaya geliyorum' diyor, ya daha dinlemedin diyorum ama olsun olsun diyip kalkıp geliyor... O albümde de Cennet daha bir tuttu bu şarkıya göre değil mi Ozan?" Ozan Doğulu "evet" diyor ve Sezen de ekliyor, "bir de yüzüme karşı evet diyor, bu şarkıyı tutturmazsam ben de Sezen değilim..."
İzmir Yanıyor'u söylüyor sonrasında, "Gurubun rengi boyarken bi de sahili turuncuya hiç tadım yok..."
Şarkı biter bitmez Deniz Yıldızı'nın en bilindik melodilerinden biri duyuluyor, "İzmir'in Kızları..." Şarkının sonuna eklediği harmandalında dizlerini yere vura vura oynuyor ve sonra diyor ki, "ben aslında daha neler oynuyorum da Sen Ağlama'yı söyleyen kadın neler yapıyor demesinler diye göstermiyorum, yoksa ben de kauçuk gibiyim haaa..." Dilber Hala taklidiyle...
Ardından yine Deniz Yıldızı'ndan hareketli bir şarkı, Roman... Şarkı boyunca bir genç sahnede roman dansı yapıyor. Şarkı bitince Sezen ona da biraz takılıyor, "ayol kapama gömleğinin önünü, sübyansın sen daha, bakmaz sana kimse kötü gözle..." ardından ara veriyoruz.
İkinci yarıya Cemsid'den dört kişi olarak yaptığımız tatili süsleyen şarkılardan biriyle başlıyor Sezen. "Kibir bir canavar gibi bekliyor pusuda..." Şarkı değişmiş, hafif rock tınıları girmiş elektronik müziğin yanında. Hande Yener'in robotik dansını taklit ediyor. Ardından Işın Karaca'dan dinlediğimiz "Bekleyelim de Görelim" başlıyor. O şarkı da bitince Göksel'in söylediği Kurşuni Renkler... Bu şarkıyı söylemesi için ne çok baskıya maruz kaldığını anlatıp yakınıyor bir süre. "25 yıl mı oldu kaç yıl oldu, yakamı bırakmadı bu şarkı, Kurşuni Renkler, Kurşuni Renkler, alın size Kurşuni Renkler..." diye. "Madem istiyorsunuz, buyrun ağlayın..."
Şarkıya dalıyor hemen ardından, "bir sabah saçlarımı okşayıp da rüzgar..." diye. Şarkı bitince çıkacak olan albümünden bahsediyor biraz. "15 şarkı bir tarafta, 15 şarkı bir tarafta, sesimi kulağınıza sokuyorum. Daha da albüm yapmam..."
Yeni şarkıya başlamadan önce anne babasından bahsediyor birazcık. "Havaalanına gidecekler mesela, babam bir saat önceden fötr şapkasını takıp hazırlanıyor. Annem bakıp ters ters, 'ömrümü çürüttü bu adam, ömrümü..' diyor. Bir de babam da benim gibi hiç üşümez, annem ondan da şikayetçi, '50 yıldır iliğim kemiğim ısınmadı' diye yakınıyor. Babam sadece iki şarkımı bilir, biri Kalbim Ege'de Kaldı, biri Sorma, babam için söyleyeyim şu Sorma'yı..."
Ardından mini bir Sorma dinliyoruz. Aslında 2.5 dakika kadar sürüyor şarkı, ama yine de mini Sorma. Çünkü tek tur dönüyor. "Sorma ne haldeyim, sorma kederdeyim..."
Cihan Okan'ı çağırıyor "savcı bey, savcı bey..." diyerek. 2005'te gittiğim ilk konserde de hint dansı vardı, bugün de yine hint dansı yapıyorlar. Geliştirmişler ama, karı koca kavgasına dönüyor birden bu hint dansı. Cihan, hint sesleriyle çığlıklar atarak Sezen'in üzerine yürürken Sezen "hoşt" diyip saldırıyor. Cihan "şiddet var, şiddet var..." dese de Sezen'den alıyor cevabını: "Ben İzmirli'yim, deliyim, döverim..."
Sonrasında Cihan Okan 1980'i söylüyor ve Sezen, Dansöz Dünya ile sahneye dönüyor. Duygu'nun yılbaşında izleyip de "kadının yüz ifadesine bakıp ağladık..." dediği kadın burda da dans ediyor aynı şarkıda. Sonrasında Sezen'in 2005'teki şarkısı Gidemem... Oldukça az enstrümanla uzata uzata söylüyor şarkıyı.
Ardından bütün orkestrayı isimleriyle hitap ederek yanına çağırıyor ve el ele Arkadaş'ı söylemeye başlıyorlar. Şarkı bitince Sezen sahneden uzaklaşıyor. Seyircinin bis'e çağırma çabaları salon görevlilerin tepemize koyduğu müzikle boşa çıkıyor. Bugün Hürriyet Ankara Sezen'in "Firuze, Küçüğüm, Adı Bende Saklı, Geri Dön" söylediğini iddia etmiş, konseri izlemeden yazdılar haberi herhalde, hiçbirini söylemedi. Arkadaş'tan sonra bir konser daha bitiyor burada.
Sıradaki kim bilir ne zaman nerede?..

19.05.2009

bak şimdi sana neler diyorum

korkum mu, kompleksim mi yoksa alışkanlığım mısın bilmiyorum? seninle kendimi hem özel hissediyorum hem de çaresiz. benliğimde olman iyi birşey mi yoksa kötü mü henüz karar veremedim.

bir sabah,aynaya bakarken güzel hissediyorken kendimi, karşıma çıkınca sen hemen yere atıyorum aynayı. farkında olmadan sen, beni çirkinleştiriyorsun.

elimden aynayı atıp,dışarı çıkıyorum.toplu taşıma aracında sakin sakin ilerlerken,bir anda
kafama vuruyorsun ve ben, insanların ellerinde ki poşetler tenime değmesin diye sağa sola kaçışmaya başlıyorum. bilmem dikaktini çekti mi ama sen,beni paranoyaklaştırıyorsun.

araçtan inip kalabalığa çıkınca ben, sürekli güldürüyorsun. kendinle alakalı şeylerden bahsediyorsun kulağıma gülüyorum,hemde kahkahalarla gülüyorum. ağlattığında oldu biliyorsun ama bu kısmı istersen aramızda kalsın.

yalnız kaldığım anları dikkatle takip ettiğini düşünüyorum senin. sinsisin farkındayım. hep zayıf noktalarımdan vuruyorsun ve sürekli takip ediyorsun beni, ama seviyorsun zarar vermezsin bana, bundan eminim.

seninle güçlüyüm yada güçsüzüm dediğim gibi buna karar veremedim. ama adına,hatrına yazılar bile yazıyorum,gerisini sen düşün artık.

duygu

13.05.2009

Bitti mi?

Bundan onbeş yıl öncesine gidelim. Benim her şiddetli fırtına sırasında radyatörün etrafından çıkan uğultunun nedeninin fare olduğuna inandığım güne. Korkumdan pencereye yanaşamamıştım uzun bir süre. Orda fare olduğuna, evimizde benden gizli bir fare beslendiğine kendimi inandırmıştım. Ta ki pencereden gelen sesle yüzleşinceye kadar. Tüm cesaretimi toplayıp yerde gökte fareyi aramaya başladım. Soluğumu kesen o uğultuyu duyar gibi oldum. Biraz yukarıdan, radyatörün de üstünden geliyordu ses. Pencereyi açınca kar tanelerinin hızla suratıma çarpışını hissettim. Ve sesin yok olduğunu fark ettim...

İlkokul birinci sınıfta, okuldan eve dönerken servisle gelirdim. Servis şoförü, bizim evin ilerisinde oturan öğrenciler gelmediği zaman beni caddenin başında indirir; böylece o yolu sırf benim yüzümden uzatmak zorunda kalmazdı. Caddenin başında indiğim ilk gün ne yapacağımı şaşırmıştım. Büyük çınarın arkasında gizliden gizliye beni takip eden, annemin yanında bana göz kırpmaya cüret eden siyahlı adamın beni kaçırması için bundan iyi fırsat olamazdı. Başlarda kimseye yakalanmamış olmanın sevinciyle eve varsam da o gün korktuğum başıma gelmişti. Nefesimi tutmuş koşar adımlarla yürümeye başlamıştım. Gözüm hiçbir şeyi görmüyordu. Çarpıştığım insanlar, devirdiğim tabelalar umrumda değildi. Dondurmacının önünden geçerken duraksadığım olmuştu ama tekrar toparlanmıştım. Kaldırıma baka baka hızla yürürken beni kendime getirdi çarptığım bacaklar. Yüzümü yüzüne doğru çevirdiğimde siyahlı adam karşımda, çatık kaşlarıyla bana bakıp pis pis sırıtıyordu. Çığlık çığlığa oradan uzaklaştım. Büyüyünce, beni kaçırma hevesiyle yanıp tutuştuğunu sandığım adamın kapıcımız Aykut Amca olduğunu yıllar sonra öğrendim...

Şimdiki zamana dönelim. Toplu taşıma araçlarında dokunduğum her şeyden sonra elimi silme ihtiyacı duyuyorum sürekli. Hiç kimseye, hiçbir şeye değmek dahi istemiyorum. Kaldırımdan değil de, yoldan yürümeyi tercih ediyorum. Arkadaşlarıma mesaj atarken numaraları rehberimde kayıtlı olmasına rağmen atmadan önce tekrar tekrar bakıyorum. Her sabah ve akşam muntazaman, evimin oradan farklı otobüsler geçse de aynı numaralı otobüse biniyorum. İnsanların bana sık sık yalan söylediğini düşünüyorum. Her söylediklerine inanmıyorum. O kadar ki yalan söylediklerini düşünsem de artık rahatsız etmiyor bu beni. İmkansız isteklerimin peşine düşüyorum.

Tüm bunların nedenini bilmesem de, şimdiki zamanların aynısını ilk kez yapıyormuşçasına tekrar ediyorum...

Elif

9.05.2009

Takıntılardan Bir Demet

Gazeteleri önce ben okumak isterim hep. En büyük ve belki de en saçma takıntımdır belki. Gazetenin o hiç açılmamış ve birbirine kaynaşmış sert sayfalarını ilk çeviren ben olmak isterim hep, acayip bir şekilde babama da "emekli olduktan sonra gazete dükkanı açsana..." derim. Bundaki amacım çok belli, bütün gazeteleri alıp ben okuyacağım ilk olarak.
Bu amacıma ancak haftasonu erişebiliyorum, zira haftaiçi annem ben okuldayken okuyor elbette gazeteyi. Haftasonları da Sinan benden önce kapıyor gazeteyi bazen.
Takıntı dediğimizde aklıma ilk bu geldi, başka takıntılarım da vardır elbet. Hepimizin vardır mutlaka bir sürü takıntısı.
Birden düşününce insan aklına takıntılarını getiremiyor. Ya da acaba çok okunan kitaplar, çok dinlenen müzikler ya da çok sık gidilen yerler takıntı mıdır onu ayırt edemiyorum. Sabahları okula gitmek için erken kalktığımda örneğin, Nazan Öncel'in "bıktım, bıktım artık, sıktı, sıktı artık bıktım..." şarkısı hep dilimdedir, bu bir takıntı mıdır, alışkanlık mıdır onu bilmiyorum.
Takıntının sınırlarını belirleyemiyoruz belki, ya da takıntı olduğunu kabul etmiyoruz.
Mesela şu an aklıma gelen bir şey de kitapçıdan kitap alırken en üstte ve hatta ikinci sırada duran kitabı almam, çünkü o kitaplara birileri bakmıştır, sayfalarını açmıştır, kapağını açmıştır. Ben okunmamış kitap olsun isterim, alttan almaya çalışırım o yüzden. (Bu takıntıdır muhtemelen...)
Takıntıların -en azından yukarıdaki gibi takıntıların- insana çok büyük zararı olduğunu düşünmüyorum, hatta insanın böyle belirli takıntılarının olması güzel bile, ayırt edici özellik ne de olsa.
Şu ara da erik takıntısına sahibim, sürekli erik yemek istiyor canım, benim sevdiğim erik yok olacak Haziran ortası gibi büyük ihtimalle, o yüzden şu an tadına varmak istiyorum ve dişlerim buna izin vermiyor. Buna rağmen yemeye devam ediyorum, güzel bir takıntı ama, tavsiye ederim.
Kendi takıntılarımı anlatıp duruyorum yazı boyunca sanırım. Üzerine çok düşündüğüm bir konu olmadı takıntı çünkü, o yüzden pek bir şey gelmiyor aklıma. Şu an karşımda açık olan Disko Kralı ekranında Erol Büyükburç kendi takıntısını açıklıyor: "Sabahları traş olurken nü bir şekilde dışarı fırlarım, oynarım, uzun çiçekli şortumla ve eşim de bana mütedeyyin bir şekilde bakar..."
O aradaki mütedeyyin kelimesinden emin değilim, ama ona yakın bir şeydi sanırım.
Bu platformun ilk yazısını burada yavaş yavaş sonlandırmaya başlayalım, konseptler haftalık olacağı için takıntı hakkında söyleyecek sözüm olursa yine söylemeye devam ederim. Tak tak takıntı.

Cihan